Günümüzde modern toplumların vazgeçilmez değeri olan yüksek teknoloji ve bu teknolojilerin yoğun kullanımı,  hayatımıza yeni kavramların,  fırsatların ve risklerin dâhil olmasına neden olmaktadır.

Bu kavramların anlaşılmaya çalışılması ile ilgili yapılacak değerlendirmeler, teknolojik gelişmelerin hızı düşünüldüğünde, 1900’lü yıllara kadar alınan teknolojik mesafe ile 1900’lerden 2000’lere aşılan eşik, ne nicelik ne de nitelik bakımından kıyas götürmeyecek farklılık göstermektedir. Hayat her anlamıyla çok hızlanmıştır.



Bulunduğumuz noktadan ise 2050’lere ve sonrasına dair net tespitler bu yüzden pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle gelecek tahminlerimizi, yaklaşık 5-10 yıl sonrası (2020’li yıllar) ile sınırlıyor olmak yerinde bir yaklaşım olacaktır.
Uzun soluklu bir yaklaşımdaki belirsiz parametreler, varsayımlar insan doğasının üretme yeteneğinden dolayı, paranoyaya doğru sürüklenmesine neden olacaktır.

Hâlbuki bizim gelecek teknolojilerinden beklentimiz, hayatımızı olumlu yönde etkilemesi ve bu akıllı teknolojiler ile donatılan insanın, kendisine ve tüm dünyaya fayda sağlaması yönündedir.

Bu bağlamda;
Gelecek modern medeniyetlerin, şehirlerini akıllandıracak olan “IoT (Internet of Things) ”, nesnelerin interneti kavramı, teknoloji kullanımının yoğunlaşması ile her geçen gün bizi kendi dünyası içinde, daha fazla zaman geçirir hale getirmektedir.
İlk olarak 1999 senesinde, Kevin Ashton tarafından ortaya atılan bu kavram, 2015’te, gelecek 2020’li yıllar da ve sonrasında da yoğun bir şekil de insan hayatını etkileyecektir.

En temel anlamda, Nesnelerin İnterneti (Internet of Things), fiziksel nesnelerin birbirleriyle veya daha büyük sistemlerle bağlantılı olduğu bir iletişim ağıdır. Bu ağ, hayatın her anından, milyarlarca veri toplayarak, anlamlı bilgilere dönüştüren teknolojik cihazlar ile doludur.

Nesnelerin dünyadasın da hedeflenen fayda, anlamlandırılmış bu veriyi, insan hayatının kalitesini arttırmak, zamanı etkin kullanmak (tasarruf) ve güvenlik (izleme) sağlanabilmesidir.

Yapılan araştırmalara göre (Cisco,2015), 2003 yılında birbiri ile etkileşimli olan 500 milyon cihaz varken, bugün 10-11 milyar cihaz seviyelerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamın, 2020 yılına gelindiğinde 50 milyar cihaz seviyesine çıkması öngörülmektedir.

Her geçen gün daha fazla teknoloji kullanan ve bu dünyaya veri üreten insan, bu hızlı değişim/gelişme karşısında değerlerini, fırsatlarını ve risklerini de hızla yeniden şekillendirmektedir.

Nesnelerin İnterneti (Internet of Things) ile medeniyetin temsilcisi şehirler, daha tempolu ve planlı yaşama ayak uyduran akıllı şehirlere dönüşmektedir. Bu dönüşüm beraberinde hayatı kolaylaştıran birçok fırsatı insana sunmaktadır.

Akıllı şehirlerin trafik sistemlerinde; anlık veya geleceğe dönük tahmini trafik yoğunluğu bilgilerinin oluşturulması ve yönetilmesine yönelik uygulamalar, trafik yoğunluğunu okuyan aracınızın eşinize biraz gecikeceğinizi, ne kadar yolunuz kaldığına dair kısa mesaj gönderen uygulamalar, gideceğiniz bölgedeki mevcut park yerlerini ve bu park yerlerine ait doluluk oranlarını gösteren uygulamalar vb...

Bununla beraber evlerimiz, işyerlerimizde de aynı akıllı sistemler ile hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır. Örneğin, evinizdeki müzik sisteminin eve girişimiz ile açılması, aydınlatma ve elektrik prizlerinin uzaktan kontrol edilebilmesi, ısıtma sisteminin aracımız ile konuşarak mesafe bilgisi alması ve ısısını ayarlaması, buzdolabı içerisindeki eksiklerin size ve markete eş zamanlı bildirilmesi, Akıllı TV’lerin program tercihlerinizi öğrenip uygun öneriler sunması, hatta sabah uyandığımızda ya da akşam eve gelme saatinizde çay suyunu ısıtan akıllı kettle gibi cihazların kolayca kişiselleştirilmesi.

Birey özelinde bakıldığında ise bu gelişmeler hayal gücünüz ile sınırlı bir hal almaktadır, örneğin; ebeveynlerin çocuklarının dişini fırçalayıp fırçalamadıklarını akıllı telefon üzerinden gün gün raporlayıp, kontrol edebileceği akıllı diş fırçalarının pazarda yaygınlaşması, ip kameralar ile evlerini, çocuklarını izleme kolaylığı ve bunun gibi onlarca fırsat artarak hayatımıza girmeye devam etmektedir.

Bu gelişmeler gelecek 10 yıl içerisinde insanın üretkenliğini arttıracak birçok akıllı sistem ile hatta üzerine giyebildiği birçok giyilebilir teknoloji ile hızlı hayatı kolayca yönetebilir hale gelecektir.

Tüm faydalarının yanında Nesnelerin İnterneti, bazı riskli durumlara da yol açmaktadır. Birbirlerine bağlı cihazlar ile sosyal hayatımızı, internet üzerinden her an kayıt altına sunuyor olmamız, ortaya çıkacak veri miktarını inanılmaz derecede artıracak ve bunun yanında ortaya çıkan bu verilerin gizliliği ve güvenliği de önemli bir konu olarak karşımıza çıkacaktır.

Francis Bacon’un 1597’de söylediği “Bilginin, kendisi güçtür” sözü, bugün dijital dünyada daha yoğun karşılık bulacaktır.
Çünkü profesyonel sistemler yanında daha düşük bir güvenlik seviyesine sahip olan bu cihazların ürettiği verilerin ne kadarının paylaşıldığı ya da ne kadarına kimlerin eriştiği, bu bilgileri maddi bir değere dönüştürme kabiliyetindeki saldırgan kişilerin kişiselleştirilmiş veriniz üzerinden size ne düzeyde bir saldırı planlayabileceği çok konuşulacaktır. Kişiselleştirilmiş veriler kötü amaçlar adına elde edildikçe “sanal” ve “gerçek” dünya arasındaki sınır  gittikçe belirsizleşecektir.

Bu belirsizliği destekleyen ise FBI tarafından konuya önem verilerek,  IoT güvenliği konusunda Eylül 2015’te ABD’de de yayınlanan “iot suç olanakları ”raporudur.

IoT ile suç kapsamında olan olanaklar şöyle belirtilmiştir:

    Uzaktan kumandalı veya otomatik havalandırma ve aydınlatma cihazları
    Kablosuz kamera, alarm, video monitör gibi güvenlik sistemleri
    Kablosuz kalp monitörü, insülin cihazı gibi tıbbi aletler
    Termostatlar
    Adımsayar, kalori ölçer benzeri giyilebilir-takılabilir cihazlar
    Buzdolabı, TV gibi akıllı cihazlar
    Yazıcı ve benzeri ofis aletleri
    Mobil cihazlar üzerinden müzik ve TV erişimi sağlayan eğlence araçları
    Yakıt kontrol sistemleri

Çok uzak bir ihtimal gibi gelse de buzdolabımızın bir güvenlik riski oluşturacağı fikri, bir iki yıl önce güvenlik konusunda araştırmalar yapan Proofpoint şirketinin 100 binin üzerinde akıllı televizyon, buzdolabı ve internete bağlanabilen akıllı cihazların Zombi cihazlar olarak kullanıldığı bir siber saldırıyı ortaya çıkardığını biliyoruz. Hacker’lar bu cihazları kullanarak 750 bin zararlı yazılımı, e-posta göndermişlerdir. Bunun adına da Thingsbot adını vermişlerdi.

Yine bir başka olayda, bir kalp hastasının kablosuz kalp cihazını hackleyerek insanın yaşamına son verebileceğinin örneklerini de maalesef gördük.

Hackerların derdi ev aletlerini, sağlık cihazlarını, eğlence cihazlarını, görüntüleme cihazlarını hackleyerek vakit geçirmek değildir. Bu sistemleri ele geçirdikten sonra sistemde kaldığı süre içerisinde toplumsal kaosa yol açacak, ekonomiyi küresel anlamda etkileyecek ya da gelire dönüşecek yöntemler gerçekleştirmektir.

Peki, ama kimdir bu kötü niyetli insanlar? Bunlar hızlıca hayatımıza giren bu nesnelerin dünyasındaki, eski problemli çalışanlarımız, aktivist gençlerimiz, siber teröristlerden, canı sıkkın ebeveynler, okullardaki meraklı gençler, belki kurumsal bir şirketteki bir iş adamına kadar çeşit çeşit hacker profilleri olduğunu biliyoruz. Akıllı cihazların hayatımızdaki bu hızlı serüveni, saldırganların motivasyonunu da artırmaktadır.

Mobil internet teknolojilerinin, 2020’li yıllarda, 5G’li alt yapılara geçeceği düşünüldüğünde ciddi risklerin bizi beklediği gerçeği daha da gün yüzüne çıkmaktadır.

Ancak; burada asıl dikkat çekmek istediğim husus, konunun teknik boyutundan ziyade, “İmkânları elde etmek, imkânların yönlendirmeleri, imkânların ortaya koymuş olduğu yaşam biçimini de peşinen kabullenmeyi gerektirmesidir. Dolayısıyla her imkân, aynı zamanda yeni bir yaşam biçimi demektir.”

Bu değişim, insani, ahlaki, değerlerimizin de dijital yaşam biçimine göre değiştirmeye zorlaması durumunu getirmektedir.
Dijital dünya tüm mahremiyet kavramlarını da hızla değiştirmeye başladı, mahrem olarak adlandırılan değerlerimiz kamuya açık hale gelmek zorunda bırakıldı, geçmişte bir televizyon reklamında gösterilen mangalda pişen sucuk, ülke gündeminde tartışılırken şuan yemeğe başlanmadan önce sofra görüntülenerek sosyal medyada paylaşılır oldu.

Birinden fotoğrafını istemek, önemli bir olgu iken şuan kendi ellerimiz ile bu veriyi üretir ve paylaşır olmamız bir çözülüştür. Eğer bir mahremiyet algısı olarak alırsak, mahremiyet algısının çözülüşü ya da dijitalleşmesi de denilebilir.

Sanal kimliklerin oluşması, dijital hayatların yaşanması bu çözülüşün belirgin özelliklerindendir. Hayatın içerisinde iken sakin ve uyumlu olan bir karakter, dijital dünyada daha sivri ve saldırgan bir tavır alabilmektedir. Bu karakter yapısı hayatına giren yeni araçlarla da sürekli değişkenlik göstererek devam etmektedir.

Yoğun teknoloji kullanımı özellikle bu kalabalık hayatta bizi yalnızlaşmaya itmektedir. Açık bir örnek vermek gerekirse aynı ev içerisindeki bireyler birlikte olduklarında bile bireysel dünyaları içerisinde vakit geçirmektedirler. Çünkü dijital dünyada birlikte yapma kavramı yoktur, bireysellik ön plandadır. Aile ile izlenen ortak bir film var iken, sosyal medyada ortak yönetilen bir mecra kavramı yoktur.

Geçmişimizden gelen ve bizi büyük bir medeniyetin bireyleri yapan değerlerimiz, bu yeni ortamlarda, imkânların şekillendirmesi/zorlaması doğrultusunda zarar görmektedir.

Hâlbuki bizim ihtiyacımız olan, insanlığa hizmet etmek amacıyla geliştirilen akıllı teknolojilerin bir araç olarak varlığını devam ettirmesidir. Çünkü akıllı olan o teknolojiye, o değeri katan “insan”dır. Bundan dolayıdır ki; insan iradesi he zaman yönetici durumunda olmalıdır.

Doğruluk, erdemli olma, yardım sever olma, sosyal bir varlık olma, ahlaki değerlere sahip olma, mahremiyet algısı; kısacası kültürümüzün bize yüklediği değerlerin tümünün korunuyor/sahipleniyor olması,  hayata yön verecek olanın güçlü iradeye sahip olan en mükemmel sistem olan insanın eseridir.

Bu teknolojik imkânlar insan ve değerleri ile anlamlıdır.

Son olarak bu değerlerin gelecek yıllarda korunması için mahremiyet kavramının, regülasyonlar (Kişisel verilerin korunmasının bir anayasal hak olarak korunması) ile korunuyor olması, eğitim ve farkındalık çalışmaları ile teknolojiye doğan (App Kuşağı) yeni nesillere, hızlı değişen şartların karşısından her zaman değerli olanın insan olduğunun anlatılması gerekmektedir.